24 Nisan 2015 Cuma

Onca İnsanın Arasında Yalnızlık

Onca insanın yanında dolaşıyoruz,
aynı otobüslere binip gidiyoruz,
orada burada gezerken göz göze geliyoruz,
dostlar var elbette, ama yine de içten içe yalnızız.
yapayalnız...
o kadar yalnızız ki yağan kar,
kafana geçen güneş,
seni ıslatan yağmur,
gecenin karanlığında çıkan dede bile
gözü tek senin üstündeymiş gibi gelir
sanki annenin farklı versiyonları gibi...


23 Nisan 2015 Perşembe

Kaybettikçe Daha Çok Seviyoruz

kalbim kabir azabı gibi bir acı duyarken derinden
dudaklardan kirli sözler dökülürken
bitap düşmüş bedenim ve çizgili yüzümle
yürüyorum Karadeniz'e, Rize'ye, Çayeli'ne
selamlıyorum Turgut'u, Attila ve Cemal'ı
şiirlerde arıyorum seni
yirmilik aşk sancım başlarken 
tüm kanlı kağıtlar yere düşerken
çilingir sofrasında bıraktığım dostlarımla
bir düş sabahında
uçamazken tüm melekler
ney sesleri küfür ediyordu resmen yan evden kulağıma doğru
bir garibim bugün, ufukta ölüm mü ne var
yoksa her ayrılıkta yaşadığım intihar belirtisi mi?
bileklerdeki çizikler, boyundaki ip izi
tabanca... ben o sesi sevmem ki
ben seni sevdim, ama ölümü de sevdim
Azrail'in elindeki tırpanı... gerçekten tırpanı var mı merak ediyorum


şimdi ölmeyi istemek
kirli mısralarda cenneti gördüğüm gülüşlerini aramak gibi
yokluğunda tüm şairleri hiçe sayarak
astığım tüm ilham perileri için üzgünüm
keşke kalsaydın da kokunu unutmasaydım
el sallasaydım denize karşı
güneşi içseydim memleketimden insan manzaralarına bakakalmışken
herkesin sevgisine karşılık bulabileceği bi dünya olsaydı
gök yerle buluşabilseydi
şuan her şey farklı olurdu
ama unutmayalım ki kaybettikçe daha çok seviyoruz
inkar etsek bile.




Hazar AT



19 Nisan 2015 Pazar

Duygusuz Ruhsuzluk Anları

Belki kitaplar yazmadım senin için... Şiirler yazmışlığım var, evet senin için fazla mürekkep ve kağıt harcadım. Ama az da olsa soğuk sonbahar akşamlarında ısınmasını da bildim. Sevmesini bildim mi? Bildim de yanlış olabileceğini bilemedim. Gözüm kör, kulağım sağır, ağzım dilsiz kalmıştı. Bir Mecnun gibi mi? Hayır, hiçbir zaman yüksek mertebe de gözüm olmadı. Gözüm hep alt tabaka'daydı...

Belki de kibrimiz olmasaydı; hep güzelini aramasaydık... Gözün güzel dedikten sonra diğerlerini dinlemeseydin, şuan açılabilseydin, çulsuz olmasaydın... Gene de gözlerinin içine bakarak "sana sevgimi getirdim, paylaşalım mı?" diyebilseydin, gitmeseydi belki şair olmanı sağlayan o yara bugün kabuk olmayacaktı. Mutlu olacaktın, ama yazarken de mutlu olabilirsin düşünürken de... Gülüşünü de unutamayaksın... Unutma abicim unutma! O bir ihtiyaç yüreğine, kalemine, kağıdına... Dua et ki hep gülsün, senin kağıdın ıslak olsun fark etmez. Bırak gözlerinin içi parıldasın...

Bir geçmişin var senin, dön arkana bak... Belki kıçı kırık bir geminin kaptanı olamadın ama bir şeyleri ortaya çıkardın. Bak, hala arkan dolu... Ben ne insanlar gördüm; arkaları bomboştu, önleri içinden çıkılmayan bir bataklık...

Ben yazar da olamadım bazıları gibi, metro da terliklerimle oturup kitap okuduğum için dalga geçilen olmadım. Olsaydım; utanırdım, kızardım, sıkılırdım, bağırıp göğü korkuturdum öcümü almak için... Ama gene de insan olurdum, bazıları için bir şey etmese de bu cümlem...

Aşk için en iğrenç tanımı şuan yapabilirim burada... Ama içimden demek gelmiyor bir türlü. O kadar yara aldım ki bülbül ötmek de zorlanıyor. Çok hırpalandı be abicim çok... Başkası olsa ölür. Kanadını öbür tarafa çırpar ve dönmez geriye... İşte o an bi sessizlik dört yanı deniz kesilir.
Ve bir soğuk sonbahar akşamının ardından bir ses gelir kulağına... Umudun sesi olsun istersin, olmaz... İşte bu yüzden bütün mesela olmak ya da olmamak üzerine kurulu bu kavgada...

Şimdi aramızda koca bir küresel ısınma var, benim bile söndüremediğim...




Hazar AT


2 Nisan 2015 Perşembe

Aramızda Koca Bir Küresel Isınma Var


bir kancık akşamı daha yaşıyoruz şuanda
duvarlar rutubetli
gözler dopdolu bir otobüs gibi
yatak az önce banyodan çıkan bi kadının seslerine şahit
yağlı boyanın tarifsiz güzelliğine ekleniyordu gülen bir yüz
şimdi kirli dudaklardan şarkı mırıldanma zamanı...
uzak türkülere selam ederek
"Ardımda bırakıp gül çağrısını
Ayrılık anı bu sisli şarkıyı
Irmaklar gibi akıp uzun uzun
Terkediyorum bu kenti
Ahh, ölüler gibi

Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa
Şimdi, sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek;
Yaralı bir kuş gibi

Kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu
Şarkılarla geçtim aranızdan
Yalnızlar gibi susup uzun uzun
Düşlüyorum bu kenti
Ahh, bir aşk gibi"


aramızda koca bir küresel ısınma var
göz pınarlarımızı kurutmak da
yeryüzü kuraklık çekmek de
tepeye çıkmış bir dede
torunlarına öykü anlatıyor karanlıkta
nasıl becerirdi bu kadar parlak olmayı bilemiyorum
bir cigara içiyorum körleşmiş duygularımla
Neyzen Tevfik'in küfürlü ney sesleri kulağıma ilişiyor
perdeyi çekip resme bakıyorum
düşünüyorum "Bob Ross olsa ne derdi burada" diye
belki "yan tarafa bi rakı masası bir de üç-beş bahtsız bedevi" derdi
bilemiyorum, henüz ölmedim çünkü
sadece bunu sonlandırırken iki şey anımsıyorum:
bitmek bilmeyen bi sevgi, bir de uçsuz bucaksız bi kuyu
düşersem çıkamam, seversem biterim
ve gözümü sonsuza açmak üzere kapatırım
bir de şiir biter tabii.




Hazar AT